-Hudey Hudey
Sen bir yanıl alma olsan
Dalımda bitmeye gelsen
Ben bir gümüş çövmen olsam
Çeksem indirsem ne dersin
Sen bir gümüş çövmen olsan
Çekip indirmeye gelsen
Ben bir güzel keklik olsam
Bir bir toplasam ne dersin
Sen bir güzel keklik olsan
Bir bir toplamaya gelsen
Ben bir yavru şahan olsam
Kapsam kaldırsam ne dersin
Sen bir sulu sepken olsan
Kanadım kırmaya gelsen
Ben bir deli poyraz olsam
Tepsem dağıtsam ne dersin
Sen bir deli poyraz olsan
Tepip dağıtmaya gelsen
Ben bir ulu hasta olsam
Yoluna yatsam ne dersin
Sen bir ulu hasta olsan
Yoluma yatmaya gelsen
Ben bir azrail olsam
Canını alsam ne dersin
Sen bir azrail olsan
Canımı almaya gelsen
Ben bir cennetlik kul olsam
Cennete girsem ne dersin
Sen bir cennetlik kul olsan
Cennete girmeye gelsen
Pir sultan üstadım bulsak
Bilece girsek ne dersin
- Sende Başını Alıp Gitme
ben suyumu kazandım da içtim.
ekmegimi böldüm de yedim.
alkisi duydum, ihaneti gördüm.
sesim de oldu, sessizligimde.
sevistigimde oldu benim.
sende basini alip gitme n'olur.n'olur tut ellerimi.
hayatta hiçbirseyim az olmadi senin kadar,
hiçbirseyi istemedim seni istedigim kadar.
sende basini alip gitme n'olur.n'olur tut ellerimi.
n'olur...
-Karadır Bu Bahtım Kara
Karadır bu bahtım kara sözüm kar etmiyor yara
Yaktım yüreğimi nara eyvah eyvah eyvah
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum eyvah eyvah eyvah
Bilmez yar gönlümden bilmez akar gözyaşlarım dinmez
Bir kere yüzüme gülmez eyvah eyvah eyvah
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum eyvah eyvah eyvah
Söylerim sözüm almıyor o yar yüzüme gülmüyor
Garip gönlüm bilmiyor eyvah eyvah eyvah
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum eyvah eyvah eyvah
-Obur Dünya
Tatlıdır içilir suyu
Kimseye benzemez huyu
Nice muhlis akarsuyu
Yedin yine doymadın mı?
Seni okuyup yazanı
Yunus gibi bir ozanı
Koskocaman pir sultan’ı
Yedin yine doymadın mı?
Hacı bektaş-ı veli’yi
İmam hasan hüseyin’i
O mübarek mevlana’yı
Yedin yine doymadın mı?
Fani kurmuşsun temeli
Bilmem sana ne demeli
Koca mustafa kemal’i
Yedin yine doymadın mı?
Dünya dünya yalan dünya
Karnı büyük obur dünya
Yedin yine doymadın mı?
-Şeyh Bedreddin Destanı
Sıcaktı,
sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
sıcak
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
Bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O kımıldanmadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en seven,
en büyük, en güzel kadın;
TOPRAK Nerdeyse doğuracak doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun Dağlarından O
Baktı bu toprağın sonundaki ufka çatarak kaşlarını;
Kırlarda çocuk başlarını kanlı gelincikler gibi koparıp,
Çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde,
Bes tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen Şehzade Murat'tı
Hükmü Humayun sadır olmuştu ki Şehzade Murat'ın ismine
Aydın eline varıp Bedreddin halifesi mühid Mustafa'nın başına ine.
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mühid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa
baktı korkmadan, kızmadan, gülmeden.
Baktı dimdik dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en seven,
en büyük, en güzel kadın;
TOPRAK Nerdeyse doğuracak doğuracaktı.
Baktı Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Bu kayalardan bakanlar,onu
üzümü, inciri, narı;
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarlan,
ince belli aslan yeleli atlarıyla,
duvarsız ve sınırsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka...
en yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en seven,
en büyük, en güzel kadın;
TOPRAK Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere
Birdenbire
kayalardan dökülür, gökten yağar, yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak tibaslı baş açık, yalnayak ve yalınkılıçlılar.
Mübalağa cenkolundu.
Aydının Türk köylüleri,
sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnaflan,
onbin mühim yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına onbin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pare pare edildi ama,
Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
onbinler ikibin kaldı,
Hep bir ağızdan türkü söyleyip,
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayri her şeyde,her yerde hep beraber diyebilmek için
Onbinler verdi sekizbinini...
Yenildiler
Yenenler, yenilenlerin dikişsiz akgömleğinde sildiler
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi, kılıçlarının kanını.
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu.
DEME...
Bilirim
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek.
O "Hey gidi kanbur felek, hey gidi kahpe devran hey", der.
Ve teker teker,
Bir an içinde,
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde.
Geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak,
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları.
Dostlar
biliyorum
Dostlar
biliyorum nerde, ne haldedir O.
Biliyorum gitti gelmez bir daha.
Biliyorum bir deve hörgücünde, kanayan bir çarmıha, çırılçıplak bedeni mıhlıdır kollarından.
Dostlar bırakın beni, bırakın beni
Dostlar bir varayım göreyim Bedreddin kullarından Börklüce Mustafayı Mustafayı.
Boynu vurulacak ikibin adam, Mustafa ve çarmıhı.
Cellat kütük ve satır herşey hazır herşey tamam.
Kızıl sırma işlemeli bir başa, altın üzengiler, kır bir at.
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk, Amasya padişahı şehzade Sultan Murat.
Ve yanında onun bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim Bayezid paşa
Satırı çaldı cellat
Çıplak boyunlar yandı nar gibi,
yeşil bir daldan düşen elmalar gibi birbiri ardına düştü başlar.
Ve her baş düşerken yere.
Çarmıhından Mustafa
baktı son defa.
Ve her yere düşen başın kılı depremedi;
İRİŞ DEDE SULTANIM İRİŞ dedi bir,
Başka bir söz demedi.
-Yolumuz Gurbete Düştü
Yolumuz gurbete düştü
Hazin hazin ağlar gönül
Araya hasretlik girdi
Dertli dertli ağlar gönül
Garip garip ağlar gönül
Hazin hazin ağlar gönül
Bu mudur senin eserin
Sinemi yaktı kederin
Ölsemde olmaz haberin
Dertli dertli ağlar gönül
Garip garip ağlar gönül
Hazin hazin ağlar gönül
Beyhaniyem budur halim
Senden ayrı düştü yolum
Bu hasretlik bize zulum
Dertli dertli ağlar gönül
Garip garip ağlar gönül
Hazin hazin ağlar gönül
-Tamirci Çırağı
gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar
ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar
elleri ak yumuk yumuk , ojeli tırnakları
nerelere gizlesin şu avucum nasırları
otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye
görür görmez vurularak başladım ben sevmeye
ayağında uzun etek dalga dalga saçları
ustam seslendi uzaktan oğlum al takımları
bi romanda okumuştum buna benzer bir şeyi
cildi parlak kağıt kaplı, pahalı bir kitaptı
ne olmuş nasıl olmuşsa aşık olmuştu genç kız
yine böyle bir durumda tamirci çırapına
ustama dedim ki bugün giymeyim tulumları
arkası kuşlu aynamda taradım saçlarımı
gelecekti bugün geri arabayı almaya
o romandaki hayali belki gerçek yapmaya
durdu zaman durdu dünya girdi içeri kapıdan
öylece bakakaldım gözümü ayırmadan
arabanın kapısını açtım , açtım girsin içeri
kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri
çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum
gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum
ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları
işçisin sen işçi kal giy dedi tulumları
-Resimdeki Gözyaşları
Birgün belki hayattan,
Geçmisteki günlerden
Bir teselli ararsin,
Bak o zaman resmime,
Gör o akan yaslari.
Benden sana son kalan,
Bir küçük resim simdi,
Cevap veremez ama,
Aglar yalnizligima.
Ve iste arda kalan
Bir avuç ani simdi,
Koyup da bir basima,
Birakip gittin beni.
Sen yalniz degilsin,
Biliyorum, nerdesin.
Bu üzerdi beni,
Yasasaydim ve görseydim.
8 Ekim 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder